İnsanın kendini, yaşamı, varoluşunu sorguladığı, sorularına “hızlı” yanıtlar aradığı, modern çağın mekanik ihtiyaçlarının ve üretiminin yanı sıra tüm bunların “neden?” ve ne için?” yapıldığı ve “olduğu”nun sorgulandığı bir dönemdeyiz. Bu konuların artık sadece felsefe sohbetlerinde değil, günlük hayatın içinde, iş yaşamında, okullarda konuşulur, tartışılır olduğuna hepimiz şahit oluyoruz.
Doğu toplumları bu soruları sufizm gibi mistik, ruhsal bakış açılarıyla cevaplamaya çalışırken, batı toplumları ise “yönetim bilimi”, “kişisel gelişim” gibi isimlerle ortaya çıkardıkları sistematize edilmiş anlayışlarla cevaplamaya çalıştılar. İnsanlığın bu arayışı ve aslında gelişimi nedeniyle olsa gerek ki; doğu toplumlarının mistik ruhsal gelişim anlayışı ile batı toplumunun sistematik yönetim ve gelişim anlayışı tek başlarına insanların ihtiyaçlarını karşılayamaz, sorularını yanıtlayamaz oldu. Yani; insan aklı ve kalbi ayrı ayrı varlıklarını sürdürmeye ve ispat etmeye çalıştılar. Bu sanki insanın sağ yarısı ile sol yarısının ayrı ayrı hayat bulma çabası gibiydi. Şimdi insanın ayağa kalkmasını ve yürümesini sağlamak üzere aklı ve kalbini temsil eden bu iki yarının biraraya gelmek istediği, bütünleşmek istediği bir zamandayız. Her dönemde olduğu gibi insanlık yeni bir yol dönemecinde, değişme / dönüşme ve yeni yollar seçme zamanındadır belki de.
Peki insan kendini nasıl BİRleştirebilir?
Şimdiye kadar ki tüm zamanlardan farklı olarak şu an neler yaparsa bu bütünlüğü oluşturabilir?
ortaya çıkan bu insan yeni bir insan modeli olsaydı ve hep beraber onu tasarlayıp var edecek olanlar bizler olsaydık, ona ne tür özellikler, nitelikler ve yetenekler verirdik?
Gözleri nasıl bakar, kendine neler söyler, tüm bu değişimden nasıl etkilenirdi?
Çevresini içinde bulunduğu toplumu ve dünyayı nasıl etkilerdi?
Ne tür davranışlar sergilerdi?
Bu değişim ve dönüşüm onun yaşamında nasıl bir anlam ifade ederdi?
İnsan tüm bunları NEDEN yapardı?…
İnsanlık için değişim tabiki kaçınılmaz. Varoluşundan beri bireyler, toplumlar, sistemler daima değişmiş. Her değişim sürecinin ardından yeni ihtiyaçlar doğmuş. İnsan kendi tetiklediği değişime ayak uydurabilmek ve kendinin bir sonraki versiyonu için gerekli koşulları yine kendi kendine tasarlayıp dünya şartlarında yaşanılır, inanılır tekniklere, yöntemlere, bilimsel keşiflere dönüştürmüş.
“Çözüm Odaklı Dönüşümsel Koçluk” yaklaşımı da, günümüzdeki; insanın “BİR”leşmek, ayağa kalkıp yürümek ihtiyacını son derece ustaca karşılayan, ruhsal keşiflerin, düşünsel düşlerin, somutlaşarak elle tutulur, gözle görülür, yaşanır, hissedilir dünyasal ürünlere dönüşmesinde olabildiğince etkili bir katalizör oldu.
Dönüşümsel koçluk ve konuşmalar; İnsanın -belki modernizmin de etkisiyle- çok derinlerde kalan değer ve inanç sistemlerini farkedip çözümlemesinde ve bu sayede gerçekçi düşlere dayalı amaçlar / hedefler belirleyerek, mutlaka o yönde adım atma, harekete geçme ve üretme isteği oluşturmada son derece etkili olan bir yaklaşımdır. Bunun en önemli ve asıl nedeni; bu yaklaşımla eğitilmiş Çözüm odaklı koçların yaptıkları dönüşümsel konuşmalarla tüm inisiyatifi kişinin kendi eline almasına, kendinin üretmesine, keşfetmesine ve kendi yol planını oluşturmasına ortam sağlama ve kişinin odağını o sınırlar içinde tutma ustalığına sahip olmalarındadır. Koç, yaşamı bir arkeolojik kazı alanı olan insanı o alanın sınırlarında tutan ve o alanı, eserlerin zarar görmemesi ve gözden kaçmaması için tüm detayların fark edilebileceği şekilde aydınlatandır. Çünkü;
“İnsan hayatta neye odaklanırsa mutlaka ondan sonuç alır” Dr. Marilyn Atkinson
2008 yılında, bu yaklaşımla henüz tanışmış ve yaşamaya çalışan biri olarak gelecekte bir zaman diliminde “Çözüm / Sonuç Odaklı Dönüşümsel Koçluk” anlayışının aileye, okullara, işyerlerine, siyasete, toplumun her birimine girmesini, bizlerin “kendimizi”, “gruplarımızı”, isteklerimizi, yaşamlarımızın ve her türlü eylemlerimizin anlamını/değerini keşfetmeyi, “Soru”nlarımıza bu anlayışla yaklaşarak cevapların tamamının aslında içinde var olduğu kendi içsel kütüphanelerimize ulaşabilmeyi ve böylece İNSAN potansiyelinin kapalı sandıklar ve tozlu raflar içinden çıkıp, her an ulaşabildiğimiz, avuçlarımızın içine yerleştiği günler düşledim. Yaşamın anlamını sorgulayan, kendini gerçekleştiren bireylerin biraraya gelerek oluşturduğu İNSAN kültürüne ve ruhuna sahip, her anını heyecanla, dinamizmle yaşayan, yaratan, üreten, her an keşfeden, yaşamı “tam ortasında” umutla coşkuyla yaşayan, tüm detaylarıyla ve incelikleriyle kendi elleriyle yarattıkları bireysellikleriyle meydana getirdikleri bir “BİRLİK” anlayışı içinde olan bir gençlik ve bir toplum kurguladım:
2020’li yıllar
Güler yüzlü insanlar, gençler var çevrede. Mutlu görünüyorlar. Oldukça dingin ancak dinamikler. Dışarıdalar. Başları ve omuzları dik. “yaşamın yükü, ağırlığı” kavramı anlamını yitirmiş, “yaşamın desteği” kavramı anlam bulmuş zihinlerinde. Öyle ki; bedenleriyle sırtlarına binmiş dünyanın ağırlığını sanki bertaraf etmişler ve uçarcasına adımlar atıyorlar. Oldukça hafiflemişler. Adeta yaşamla akıyorlar. Mizah yaşamlarının en önemli parçası olmuş. Tüm şehirde neşe hakim.
Her ne yapıyorlarsa, ona tutkuyla, heyecanla, istekle sarılıyorlar. Kendilerini, yaptıkları işlerle tanımlamıyorlar. İfadelerinde “ben mimarım, mühendisim, gazeteciyim, yöneticiyim…” cümlelerine rastlanmıyor. Bunların, sahip oldukları kimliklerden sadece bazıları olduğunun farkındalar. Her birinin ayrı ayrı özgün “BEN KİMİM?” tanımları var. Tüm kimliklerine yönelik gelecek resimleri var ve bunları neden yaptıklarını iyi biliyorlar. O resimlere giden yolda ellerinden gelenin en iyisini, en içten, en coşkulu ve en özdisiplinli şekilde yapıyorlar. Görev ya da sorumluluk kavramlarını unutmaya başlamışlar. Çünkü kimse onlara bunları vermiyor. Buna gerek kalmıyor. Görev veya sorumluluk olduğundan değil, herşeyi sadece istedikleri ve seçtikleri için yapıyorlar. Varoluşlarına, yaşama, dünyaya, topluma, yaşamda üstlendikleri tüm kimliklere dair ve tüm eylemlerine dair anlamları, değerleri keşfetmişler, anbean keşfetmekteler. Böylece yaşamlarının tüm inisiyatifi kendi ellerinde… Bunun da bilincindeler.
“Şuanda, şimdide”, geçmişten deneyimler anlamında yararlanarak, yüzleri geleceğe dönük yaşıyorlar.
Bu nedenle son derece yaratıcılar, son derece üretkenler, verimliler. Yeniden düşünmüşler ve anbean yeniden düşünmekteler.
Çözüm / sonuç odaklı dönüşümsel yaklaşımla, çevrelerine kalın duvarlar olarak ördükleri, “Canım sıkılıyor” “Yapacak ne var ki?” “Bu ülkede şartlar kötü, bir tek ben ne yapabilirim?” gibi düşünceleri, cümleleri yerini önce, duvarların olmadığının farkındalığına ve ardından da, “Ben tam olarak ne istiyorum, geleceğimle ilgili gözümün önünde canlanan resim neye benziyor?”, “Tüm bunları gerçekleştirmemin benim için değeri nedir?” “Peki ben bunları nasıl yapabilirim?” gibi soruları yanıtlayarak oluşturdukları özgür, gelecek resimlerine bıraktı. Artık onlar düşleyen, yeniden düşünen, motivasyonunu kendinden alan, yaratıcı, üretken ve tüm adımlarının anlamını bilen “lider” gençlere, bireylere dönüştüler;
“Canım sıkılıyor” – Duran
Hareket etmeye “çalışan”
Ve, Motive, hareket eden harekete geçen, LİDER ne istediğini bilen, “Yeniden düşünen”
2020’li Yıllar…
İnsana insanlığını anımsatan, içini huzurla saran yüzleri gülümseten bir tablo var.
Evet… İnsanoğlu he değişti, hep dönüştü. Merak etti, araştırdı, keşfetti. Ancak şimdiye kadar tüm bunlar hiç bu kadar hızlı olmamıştı. İnsan tüm ipleri hiç bugünkü kadar sağlam ve sadece kendi tutmamıştı.
Sadece soru sordu, dinledi ve cevap buldu. Sadece inandı, düşündü ve yarattı. Tüm sorunlarını ve sınırlarını bir daha dönmemek üzere dipsiz bir kuyuya atıp, bembeyaz boş bir sayfanın üstünde kendi yeni geleceğini resme daldı…